Soykırımlara karşı, halklararası anlayışın sağlanması için uğraş veren Soykırımı Tanıma Çalışma Grubu Derneği‘nin sayfalarına hoşgeldiniz.
STÇG - aynı zamanda:Bilgi edinme - Soykırım Araştırmaları – Eylem anlamına gelir.
- Ermeni Soykırımı'na dair bilgi,
- Soykırım Araştırmaları konulu web sayfaları,
- Soykırımların önlenmesi ve insan hakları konularındaki faaliyetler hakkında bilgi arıyorsanız, sayfamızda bilgi bulabilirsiniz.
Derneğimiz 13 Nisan 2000 yılında Soykırım Karşıtları Derneği‘yle (Verein der Völkermordgegner e.V.) birlikte, Alman Parlamentosu'nun Dilekçe Komisyonu'na başvurarak, yasa koyuculardan Ermeniler'e yapılan soykırımın, soykırım olarak tanınmasını, ayrıca onların da Türkiye Cumhuriyeti'ne soykırımı tanımaları konusunda aynı çağrıyı yapmalarını rica etti. Dilekçe çağrısına Almanya'da yaşayan ve çeşitli milliyetlerden oluşan 16.000 kişi imzasıyla destek verdi. Bu 16.000 kişinin çoğunluğunu -10.000 kişinin üstünde- Almanya'da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları oluşturdu. ABD, İsrail, Ermenistan ve benzeri dış ülkelerde yaşayan, aralarında tanınmış soykırım araştırmacıları da olmak üzere yüzlerce kişi bu kitlesel dilekçeye destek verdi.
Bir yıl sonra, 4 Nisan 2001'de, Dilekçe Komisyonu tavsiye kararında bizim başvurumuza anlayış gösterdiğini belirtmesine karşın, parlamento milletvekillerine bu konuda karar vermemesi yönünde tavsiyede bulundu:
"Dilekçe Komisyonu, 1915-1917 yılları arasında yaşanan trajik olayların, Ermeni halkı için ne kadar büyük bir önem taşıdığının bilincindedir. (...)Ermenistan ve Türkiye’nin sürekli barış içinde yaşaması için bu geçmişin aydınlanması önemlidir. (...) Dilekçe Komisyonu, bu tarihsel olayın aydınlanmasına hizmet eden bütün girişimleri selamlar. Bu girişimlerde yaraların deşilmeden iyileştirilmesine dikkat edilmesi gerekmektedir. (...) Dilekçe Komisyonu, olanakların elverdiği bir zamanda, Türkiye ve Almanya diplomatik ilişkileri çerçevesinde Alman halkının bu konudaki çoğunluk görüşünün açıklanması gerektiğini düşünmektedir. Bunun yanısıra Türkiye’ye Dilekçe Komisyonu'nun bu konuyla ilgilenmiş olduğu iletilmelidir."
4 yıl sonra, o zaman muhalefette yer alan CDU-CSU gurubu, Alman Parlamentosu‘na "1915 yılı sürgün ve katliamları hatırlama ve anma: Almanya, Türkler ve Ermeniler arasında gerçekleşecek barışa katkıda bulunmalıdır" konulu bir başvuruda bulundu. Diğer partilerin meclis gurupları da bu tavsiye kararına katıldılar. Böylece 16 Haziran 2005'te oy birliğiyle karar alındı. Bu karar soykırımı ne yazıkki üstü örtülü bir tanıma anlamına geliyordu, çünkü bir yandan Ermeniler'e yapılan soykırımın, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'nin (1948) kabul ettiği soykırım değerlendirmesi çerçevesinde, suç olduğunu tanımlarken, diğer yandan da Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler'e ve diğer Hristiyan halklara yönelik katliamı, adını vererek, soykırım olarak değerlendirmekten kaçınıyordu. Bu gönülsüz yaklaşım ve içerdiği tutarsızlık 90 yıl önce katliamı yaşayanların ve hala hayatta olanların haklı adalet beklentilerini karşılamamış ve hayal kırıklığına yol açmıştır.
Bu nedenle, “son söz” henüz söylenmemiştir.
Gurubumuz bir toparlanma döneminden sonra, 25 Eylül 2003'de, Ermenistan'ın başkenti Erivan'da, yeniden kuruluş için bir toplantı yaptı. Gevşek çalışan bir grup faaliyetinin ötesinde, tüzüğe uygun hareket eden, sürekli bir dernek faaliyeti yürütümeyi hedefledik. Buna yönelik olarak 7 Ocak 2004 tarihinde AGA, kamu yararına uygun faaliyet gösteren bir dernek olarak kuruldu.
KİM OLDUĞUMUZ ÜZERİNE?
AGA'nın kurucu üyeleri ve aktivistleri çeşitli milliyet ve ülke insanlarından oluşur. Görevimizi, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi çerçevesinde, soykırımlara karşı mücadele ve soykırımlardan korunmaya pratik bir katkı olarak tanımlıyoruz.
İnsan haklarına titizlikle riayet eden AGA, milliyetler üstü bir dernektir. Ayrıca politik tarafsızlığa da önem verir.
NE İSTİYORUZ?
İster soykırıma uğramış bir halkın çocukları, ister insan hakları savunucuları olsun, AGA kurucu üyeleri soykırım inkarının yarattığı sonuçlara ilişkin uzun süreli bir tecrübeye sahibiz. Soykırımın insanın insana karşı işlediği en büyük suç olduğunu ve bu inkar edildigi sürece soykırımların devam edeceğini biliyoruz. Yalnızca bilimsel, toplumsal ve hukuksal bir tanımanın ardından inkar edilen soykırımın acısı dinebilir ve bu durum yeni soykırımlara karşı koruyucu ve etkili bir katkı oluşturur. Bu yüzden kurucu üyeler, yıllardır mesleki ve toplumsal olanakları çerçevesinde, süregelen acıları ve ağrıyı dindirmek ve adaletin gerçekleşmesini sağlamak için çalışırlar.
Derneğimizin adı bizim mücadele inancımızı ve bu yöndeki programımızı dışavurur: Şu ana kadar inkar edilen soykırımın tanınması yoluyla bunun yol açacağı yeni katliamlardan korunmak ve halklar arası anlayış ve barışa katkıda bulunmak. Hiçbir şey soykırım ve onun inkarı kadar halklar arası uyuma ve karşılıklı anlayışa zarar veremez. Bunun yanısıra soykırımın önemsizleştirilmesine veya onun her türlü inkarına karşı da mücadele etmek istiyoruz.
Soykırımdan tam olarak ne anladığımızı, onun inkarını veya tanınmasını, aşağıdaki üç soruya verilen cevaplarla açıklıyoruz:
-
Soykırım nedir?
Birleşmiş Milletler'in 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi (Soykırımdan Korunma ve Soykırımları Cezalandırma Sözleşmesi) bu konudaki anlayışımızı ifade eder. Bu anlaşmanın ikincisi maddesi ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyeti taşıyan şu eylemleri soykırım olarak nitelendirir:- grup üyelerinin öldürülmesi
- grup üyelerine ruhsal ve fiziksel ağır zararlar verilmesi
- grubun fiziksel varlığının kısmen ya da tümüyle yokolmasını getirecek ağır yaşam şartlarının dayatılması
- grup içinde doğumları engelleyici önlemler alınması
- grubun çocuklarının zorla başka gruba geçirilmesi
„Soykırımdan anladığımız bir ulusun ya da etnik bir grubun yok edilmesidir(…). Genel anlamında soykırım, bir ulusun tüm üyelerinin topluca katledilmesi gibi bir durum haricinde, bir ulusun birdenbire yok edilmesi demek değildir yalnızca. Soykırım, eşgüdümlü bir plan çerçevesinde gerçekleştirilen eylemler sonucunda, bir ulusun yaşam koşullarının, sonuçta da grubun kendisinin yok edilmesinin amaçlanmasıdır. Bu planın hedefi, etnik grubun politik ve sosyal kurumlarına, kültürüne, diline, ulusal bilincine, dinine, ekonomik varlığına, bireysel güvencelerine, özgürlüğüne, sağlıklarına, onurlarına ve bu gruplara ait olan bireylerin yaşamına hasar vermektir. Soykırım, etnik gruba zarar vermeyi hedef alırken, gruba ait bireyler kişisel özelliklerinden ötürü değil yalnızca bu gruba dahil olduklarından dolayı soykırım eyleminin nesnesi haline gelirler. (…) Soykırım iki aşamada gerçekleşir: İlkinde baskı altındaki grubun ulusal örüntüsü yok edilirken, ikinci aşamada baskı uygulayan grubun ulusal örüntüsü zorla kabul ettirilir. Yeni örüntü baskıya uğramış topluluğun hayatta kalabilmiş olanları üzerinde zorla uygulanabilir, ya da eğer topluluk üyeleri tümüyle yok edilmiş ise baskıya uğramış olanlardan geriye kalmış toprakların baskıyı uygulayanlar tarafından sömürgeleştirilmesi biçiminde de gerçekleştirilebilir.“
(Raphael Lemkin: Axis Rule in Occupied Europe. Washington DC, 1944, p. 79 f.)
Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nde politik grupların yok edilmesi konusu eksik kaldığından, soykırım tanımı sonradan genişletilmiş ve RUDOLPH RUMMEL'in terimi olan ''DEMOCIDE'' eklenmiştir. Ayrıca soykırım terimi de yabancı (Foreign) veya yerli halkın (Domestic) soykırımı biçiminde kategorileştirilmeye çalışılmıştır. (Robert Melson). Bu genişletilmiş tanıma göre, Ermeniler'e yapılan soykırım, Osmanlı Devleti tarafından kendi vatandaşlarına uygulandığı için, “Tam anlamıyla yerli halka karşı yapılmış bir soykırım“ kategorisine uymaktadır.
-
Soykırımı inkar etmek nedir?
„Soykırım inkarı genellikle, kendi halkının ya da ideolojik tarafının suçunu redderek ya da en aza indirerek yapılır. Türkler, 1915 Ermeni Soykırımı‘nı inkar edebilmektedirler. Onlar tarafından ezilen ve bastırılan Kürtler ise suçu Türkler‘in sırtına yüklerken, bu soykırımda kendi paylarının inkarında hiç te Türkler'den geri kalmıyorlar. br>
Soykırımı inkar eden kimse, psikolojik olarak tam bir paradoks içindedir. Bir yandan soykırımı inkar ederek, bir yandan soykırımı mahkum etme zorunluluğunun psikolojik kabülü içinde yaşarken, diğer yandan da inkarı ile katilleri korumakta ve soykırımın cezasız kalmasi görüşündedir. Hiçbirsey soykırımın inkarı kadar büyük bir suç oluşturamaz ve hiçbirşey soykırıma maruz kalmış halkların ilişkilerini bu kadar zehirleyemez. Mazlumlar ölüleri için ağlarken, zulmedenler ölülerin olmadığını iddia ederler. Böylelikle acı çekenlerin çıldırmış olduğunu iddia ederek, onların acılarının daha da artmasını sağlarlar.“
(Gunnar Heinsohn: Lexikon der Völkermorde. Reinbek: Rowohlt, 1998. S. 237 f.)
Türkiye, Ermeni ve diğer Hristiyan vatandaşlara 1.Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında yapılan devlet cinayetlerini herzaman inkar etmemiştir. 1919 ve 1920 yıllarında kısa bir dönem, 1.Dünya Savaşı'nda yok edilen Ermeniler'le ilgili, politik suçlulara ve devletin yok etme programına yönelik adli kovuşturma yapılmış olmasına karşın, kurucusu Mustafa Kemal’in önderliğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nde bu soykırım haklı görülmüştür. Tüm soykırım ideologları gibi, Türk milliyetçisi Kemalist elit, üçte ikisi Ermeni olan 3,5 milyon Osmanlı İmparatorluğu vatandaşının katledilmesini, devletin gerekli bir savunması olarak tanımlamış ve bu katliamı haklı görmüştür. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk parlamentosunun bir üyesi bu katliamı önemsizleştirecek şu sözleri söylemiştir:
"Bildiginiz gibi tehcir dünyanın çalkalanmasına ve bizim katil olarak damgalanmamıza neden oldu. Biz, bu yapılmadan önce de biliyorduk ki, dünya bunu kabul etmeyecek ve bize kin ve nefretle cevap verecek. Neden katil olarak etiketlenmeyi kabul ettik? … Evet, bu şeyler oldu, ama bu, kutsal ve kendi yaşamımızdan daha da değerli olan „vatanın geleceğini“ güvence altına almak içindi..."
Alıntı: Taner Akçam: Armenien und der Völkermord: Die Istanbuler Prozesse und die türkische Nationalbewegung. Hamburg, 1996. S. 11)
Bu politikaya uygun olarak, Mustafa Kemal ve onun tek parti hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş suçu, soykırımı tamamen ve hızlıca unutturmaya çalıştılar.
Vancouver’de gerçekleşen Dünya Kiliseleri Meclisi 6.cı toplantısında (24.07- 10.08.1983) „Ermeni Soykırımı Hakkındaki Görüş“ ünü şöyle açıkladı: ''Dünyanın bu konudaki suskunluğu ve bilinçli bir şekilde tarihsel olarak ispatlanmış bir gerçeğin inkar edilmesi, Ermeni halkı, Ermeni kiliseleri ve insanlık için süregelen bir acının ve büyüyen bir umutsuzluğun kaynağıdır.''
(Alıntı: Armenien - Tragödie ohne Ende. CCIA-Dokumentation 1984/1, S. 55)
Soykırımın tanınması amacına yönelik 1915 soykırımının 50.yıldönümü olan 1965 yılından itibaren ortaya çıkan Ermeniler'in kitle hareketleri ve özellikle 1973 ile 1985 yılları arasında diasporada bulunan Ermeni yeraltı örgütlerinin Türk devlet kurumlarına ve konsolosluklarına karşı düzenlediği saldırıların ardından, Türk tarafının suskunluğu daha fazla süremedi. Türk hükümeti ve devletle uyum içinde çalışan bilimsel ve benzeri kuruluşlar tepki göstererek, soykırımı ''Soykırım Yalanı''olarak nitelendirerek suçun tarihsel gerçekliğini reddetmeye başladılar:
“Ermeniler'in saldırılarına karşılık 70'li yılların ortasından itibaren özellikle üniversite çevrelerinde organize edilmis ve görevi ''Ermeni Yalanını'' çürütmek olan resmı bir sektör oluşmuştur“
(Taner Akçam: Armenien und der Völkermord: Die Istanbuler Prozesse und die türkische Nationalbewegung. Hamburg, 1996. S. 11)
Soykırım araştırmacıları, sonradan soykırımı haklı göstermeyi, susmayı ve inkarı içeren bütün propaganda çalışmalarının suçun asli unsuru ve onun son aşaması olduğu konusunda görüş birliği içindedirler:
„Görecelileştirme ve inkar biçiminde ortaya çıkan ve suçun ardından yapılan bu tür çalışmalar, suçun asli bileşeni olarak görülmelidir. Zihinsel ehliyete sahip her kim, bugün Nazi kampları olmadığını ya da Ermeniler'e soykırım yapılmadığını iddia ederse, suçlunun suçu işlerken ihtiyaç duyduğu saptırma politikasına nesnel olarak katılmış olur. Başka deyişle; soykırım mantığı böylece hala devam ettirilmiş olur. Bunun düşünce özgürlüğü ile hiçbir ilgisi yoktur, zira toplu katliam suçlarına bu biçimdeki bir katılım, anayasal olarak gövence altına alınmış bir yurttaşlık hakkı değildir. Suç unsuru bu durumda soykırımcı bir örgüt üyeliğidir…“
(Uwe Makino: Leugnung als konstitutiver Bestandteil moderner Genozidverbrechen. „Journal of the Institute of Cultural Science, Chuo University, No. 37, 2000, S. 15 f.)
“Tarihsel gerçeklere ve soykırımdan kurtulanların torunlarının yasal ve ahlaki taleplerine karşı, kendi soykırım propaganda çalışmalarında Türkiye, ABD'de yerleşik inkarcı yaklaşımları nedeniyle mahkemelerde mahkum edilmiş ya da Türk yanlısı tavırlarıyla akademisyen çevrelerde şiddetle eleştririlmiş Bernard Lewis, Stanford Shaw, Justin McCarthy ya da Heath Lowry gibi bazı tarihçi ve türkologların desteğine sahiptir. Bilim adamlarının tarihsel gerçekler sözkonusu olduğunda göstermeleri gereken hassasiyetten dolayı bu hukuki ve akademik eleştiriler haklıdır.”
(Roger Smith, Eric Markusen, Robert Jay Lifton: Professional Ethics and the Denial of the Armenian Genocide. In: Hovannisian, Richard G. (Ed.): Remembrance and Denial: The Case of the Armenian Genocide. Detroit, 1998, S. 287)
İnkar, özellikle, Afrika´da uygulanan sömürgeleştirme politikaları sırasında Kongo’da (1885-1907), Namibia‘da (Alman-Güneybatı, 1904-1907) ve bunların yanında Osmanlı İmparatorluğu'nda gerçekleştirilen soykırımlarda sözkonusudur. Yokedilmelerinden 100 yıl sonra dahi, o zaman 60 bini yokedilen 80.000 nüfuslu Herero halkından ve 10 bini yokedilen 20 bin nüfuslu Nama üyelerinden, olası tazminat talepleri ve bu tazminatı ödeme korkusundan dolayı, Almanya tarafından sağ kalanlardan özür dilenmemiştir. Çok uluslu ve çok dinli bir devlet olan Osmanlı'dan, tek uluslu devlete dönüşüm sırasında 3,5 milyon Hristiyan Osmanlı vatandaşını kapsayan soykırımı 1923´ten bu yana iktidara gelmiş bütün Türk hükümetleri önemsizleştirmiş, haklı göstermiş ya da inkar etmiş ve yalanlamıştır. Burada cezasız kalma ve inkar arasında yakın bir bağ vardır. Nihayet 1946 yılından sonra soykırımın cezai olarak kovuşturulması olasılığı, soykırımdan kurtulanların ve onların çocuklarının suçun son aşaması olan inkardan bir nebze uzak kalmasında etkili olmuştur.
-
Soykırımın tanınması ne anlama gelir?
Bir soykırımın tanınması (İngilizce 'recognition') veya doğrulanması ('affirmation') soykırımn tartışmasız tarihsel gerçeğinin kabulü ve bundan dolayı hukukun nesnesi haline geldiği anlamına gelir. Soykırım tanıma, ileri gelen bireylerin ya da kurumların ulusal veya uluslararası düzlemlerde herkese yönelik açıklamaları, parlamento kararı ya da çıkarılacak bir yasa ile gerçekleşir. Bu tür bildiri ve açıklamalar, uzun yıllar kemikleşmiş soykırım inkarı durumunda, susma ve inkar politikalarına karşı gerekli bir karşı önlem oluşturur. Resmi bir onay, hernekadar tekbaşına cezai bir hukuki sonuç doğurmasa da, inkarcılar ve soykırımı haklı görenler için manevi bir ceza anlamına gelir. Öte yandan yasa koyucunun inkar edilmiş bir soykırımı tanıması, anıt ve heykellerin inşası, resmi yayınların ortaya çıkması, devlet tarafından desteklenen etkinliklerin düzenlenmesi ya da ulusal mahkeme ictihadlarının oluşması gibi pratik sonuçlara yol açar.
1965 yılından bu yana aşağıdaki 24 devlet parlamentosu, kararlarla ya da yasalarla, Ermenilerin Türk devleti tarafindan yok edilmesini, 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi Çerçevesinde degerlendirerek, soykırım olarak tanıdılar:
- ABD (Temsilciler Meclisi, 09.04.1975)
- Avusturya (22.04.2015)
- Arjantin (Senato, 05.05.1993, Yasa 18.03.2004)
- Belçika (26.03.1998)
- Bulgaristan (24.04.2015)
- Brezilya (2015/06/02 Federal Senato Kararı)
- Fransa (Ulusal Meclisi28.05.1998, senato,07.11.2000, Başkan İmzali Yasa 29.01.2001)
- Hollanda (Meclis, 21.12.2004)
- İsvec (Meclis, 29.03.2000)
- İsviçre (Ulusal Konsey, 16.12.2003)
- İtalya (Temsilciler Meclisi, 16.11.2000)
- Kanada (House of Commons, 23.04.1996 ve 21.04.2004, Senato 13.06.2002)
- Kıbrıs ( Temsilciler meclisi, 24.04.1975 ve 29.04.1982)
- Litvanya (Meclis, 16.12.2005)
- Lübnan (Temsilciler Meclisi, 03.04.1997, Meclis 11.05.2000)
- Lüksemburg (06.05.2015, Parlamento)
- Polonya (Meclis, 19.04.2005)
- Rusya (Devlet Duması, 4.04.1995)
- Slovakya (Meclis, 30.11.2004)
- Şili (Senato, 05.06.2007)
- Uruguay (Senato ve Temsilciler Meclisi, 20.04.1965, Yasa 26.03.2004)
- Vatikan (10.11.2000)
- Venezuella (Ulusal Meclis, 14.07.2005)
- Yunanistan (Meclis, 24.04.1996)
Bunun dışında da Güney Amerika Ortak Meclisi (MERCOSUR) gibi uluslararası birlikler, Ermeni Soykırımı‘nı kınayan kararlar aldı (07.11.2007). Avrupa Paralamentosu, iki kere, soykırım onayını, Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği'ne girişine koşul olarak kabul etti. (18.06.1987 ve 15.11.2001 tarihli kararlar)ve 28 Şubat 2002'de alınan diğer bir kararla Türkiye´yi bu koşula uymaya çağırdı. Eğer Avrupa Birligi‘ne tam üye olmak istiyorsa bizce de Türkiye geçmişiyle yüzleşmelidir. Biz, Avrupa´yı bir değerler topluluğu olarak anlıyoruz. Kendi geçmişindeki sömürge suçlarını tam olarak işlememiş olmasına rağmen, ulusal geçmişi ile yüzleşmek ve devletin geçmişte işlediği suçların sorumluluğunu üstlenmek, Avrupa Ulusları‘nın uğruna çaba harcadığı değerlerdendir. Bunun da ötesinde inanıyoruz ki, gecmişiyle yüzleşmeye hazır olmak, Türkiye’de demokratikleşmeye, şiddete tapmanın azaltılmasına, azınlıkların durumunun iyileştirilmesine yaşamsal katkı sağlayacaktır ve bu süreçte komşu devletlerle ilişkisini, özellikle de, Ermenistan Cumhuriyeti'yle ilişkisinin düzelmesini getirecektir.
Ermeni Soykırımı'nı tanımada şimdiye kadar sağlanan başarılar, soykırıma uğrayan diğer Hristiyan azınlıklara da dünya kamuoyuna tanınma taleplerini iletme konusunda cesaret vermiştir. Bu şekilde Pontus Yunanlı‘larının temsilci ve örgütleri, ABD'nin 3 eyaletinde soykırım tanınma başarısı elde etmişlerdir. 20 Şubat 2002 tarihinde Alman Meclisi, „Süryani-Keldani Birliği“' tarafından sunulan toplu dilekçenin, tıpkı bir önceki yıl AGA'nın verdiği dilekçede olduğu gibi, Federal Hükümet'e görüşme maddesi olarak aktarılmasına karar vermiştir.
17 Mayıs 2001'de Bavyera Eyalet Parlamentosu „Hukuk Anayasa ve Meclis İşleri Komisyonu”, Birlik 90/Yeşiller Partisi milletvekili Christine Stahl ve Elisabeth Köhler tarafından hazırlanan „1915 Ermeni ve Süryani‘lere karşı yapılan soykırımın mahkum edilmesi“ konulu başvuruyu öncelikli olarak kabul etmiş ve yine aynı gün Bavyera Eyalet Parlamentosu Genel Kurulu'nda gündeme alınarak tartışılmıştır.
AGA olarak, inkar edilen soykırımların tanınmasını sağlamak amacını güden girişimlerle ilke olarak dayanışma içindeyiz ve olanaklarımız çerçevesinde destekliyoruz. Bu bağlamda soykırımlar ve soykırıma uğramışlar arası her tür hiyerarşiyi, aynı şekilde bir soykırımın „ayrıcalıklı“ bir yere sahip ya da „tek“ olduğu gibi iddiaları reddediyoruz ve 1912‘den 1922'ye kadar Hristiyan halklara karşı gerçekleştirilen suçların o zamanki Türkiye'de aynı nedenlerden ortaya çıktığına ve aynı failler tarafından işlendiği gerçeğine işaret ediyoruz. Bu yüzden kurtulanların sonraki nesilleri ile işbirliği mantıklı ve arzuladığımız bir şeydir. Tüzüğümüzde bu konuda şu yer almaktadır:
„Derneğin amacı, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'ne (1948) uygun olarak soykırım suçlarının önlenmesi ve hayattatn dışlanmasıdır. Derneğimiz özellikle, soykırımların, suçun bir devamı olarak değerlendirdiğimiz inkarına ve tehlikesizmiş gibi gösterilmesine karşı mücadele eder ve geçmişte üyeleri soykırım uygulamış olanlar ile soykırıma uğramış halklar arası karşılıklı anlayışı sağlamak amacıyla ortak bellek ve tarihle yüzleşme çalışmaları yürütür.
Tüzüğün amacı, başta yayın, eğitim ve bilgilendirme çalışmaları alanında yapılan etkinlikler (seminerler, paneller, konferanslar, sergiler) yoluyla hayata geçirilmektedir. Burada özellikle sivil toplum örgütleri, insan hakları kuruluşları, kilise dernekleri ve bu konuda uğraş veren diğer kuruluşlarla en geniş işbirliği hedeflenmektedir“.
Ermeni soykırımını tanıyan ülkeler.